6 Mart 2013 Çarşamba

"İyidir Ölmek"


Konu komşu kim varsa kapatmışsındır kapılarını...
Kendine çekilmiş bekliyorsundur örneğin... 
Kendi karnına sarılmış, çekmiş dizlerini karnına uyuyorsundur...

Korkma...
İyidir ölmek...
Hayvani hissiyatını birkaç temenniye gizlemiş iki ayaklılar yoktur toprakta...
Ya da nükleer sızıntıların yoktur arkadan bıçaklayanı; gelir ilişir senden kalanlara...
İyidir çünkü, toprağa karışmak...
Birkaç statik, biraz kinetik... 
Yani biraz da metafizik... 
Solan sadece cildin olur, ki kaynayan bir suyun içindeki tortu da görünmez hani...
Sen yine de korkma... 
İyidir ölmek...

...

Aslında varolmayan her şey gibi, fikrimin ortasındaki karadeliğe bakıp güldüm...
Yılanlarca sevgileri vardı oysa dostlarımın...
Dünyayı beşbinaltıyüzellidört kere dönebilirlerdi...
Bense mezarım kadar büyümüştüm henüz...
Büyüdüğüm kadar ölmüştüm...
Ama sen yine de korkma...
İyidir ölmek...
Sarılıp toprağa, ruhunu yeşertmesini beklersin...

Sır Büşra Yavuzer
7 Mart 2013 / 01.45


Model : Selman Pekiyi

3 Mart 2013 Pazar

"Akıl Tutulması"



Mutlu olurum sanıyordum yolum bittiğinde...

Önceden her minik başarımda kendimle gurur duyardım, gurur duyan kimse yok diye...
İncinmeyeyim diye...

Şimdi en büyük başarımdayım...
Bana ait olmayan bir hikayenin başkahramanıyım...
Herkes gurur duyuyor; bense içimin labirentlerinde eteklerimin ucunu tutmuş sek sek oynuyorum...
Duymazdan geliyorum, ya da duyamıyorum vedaları ve keşkeleri...

Haklıydı şair; hayat değil, savaştı bu... Her şeyle, herkesle...
İnsanlarla hiç savaşmadım, beni yenmelerine hep izin verdim.
Ondandır kalbimin her an kanıyor olması...
Hayatla ve içimdeki masum ben ile cenk ettim yıllardır.
Ondandır her seferinde aklımın tutulması...

Sona benzeyen bu başlangıç, o kadar tarifsiz şekilde ilk günün aynısı ki;
Gitmekten korkuyorum...
Aynı yolda,içimdeki aynı benle yürümekten korktuğumdan...
İçimdeki o masum kız ağlıyor şimdi, yeni başlangıçların korkularına...

Dilek dileyebilecek kadar bile gücü yok bugün...


10 Temmuz 2010 Cumartesi, 18:47 / Çanakkale
Sır Büşra YAVUZER


Model : Sır Büşra Yavuzer
Fotoğraf: Muhsin Cesur

"Zamanın Tozu"

Delikanlı gibi yaşayacaksın...
Korkmadan eskiteceksin; hayatını ve vücudunu...
Kanaması gerekiyorsa dizlerinin,
Kimsenin seni pamuklara sarıp sarmalamasına izin vermeden... 
Düşüp kanatacaksın...

Yeni doğmuş ve hemen ölmüş bir bebek sadece saniyelerce eskimişse,
Sen milyon saniyelerin hakkını vermelisin... 
Zamanın tozu birikmeli kırışıklıklarının arasında...

Delikanlı gibi eskiyeceksin...
Korkmadan yaşlanacaksın; yalnız yahut kalabalık...
Kanaması gerekiyorsa yüreğinin,
Kimsenin seni umutlara sarıp sarmalamasına izin vermeden...
Sevip kanatacaksın...

19 Nisan 2009 Pazar / Çanakkale
Sır Büşra Yavuzer
Model : Tansel Sarıhan

27 Şubat 2013 Çarşamba

“Sinopsis”


Nedir o astarını isteyen yüzünüz?
Bu kadar özdeşleşme yetmedi mi ruhunuza?
Artık kendimi yerinize koymayacağım.
Fedakarlığım, saflığım silindi lügatımdan; inanmanız gereken başka ben yok...
Tasarlıyorum, yeni bir senaryo misali hayatımı en baştan.
İyiyse iyi, kötüyse kötü, ne bir eksik ne bir fazla.
Ve siz arkasındaki kocaman silgiyle ben yazdıkça silen bir kalemsiniz.
Karalamadığınıza şükretmeli...

Nedir o astarını isteyen yüzünüz?
Bu kadar flashback yetmedi mi ekranınıza?
Artık gel gitler yaşamayacağım.
Görmeniz gereken; efektlere bulanmış başka aptal romantizm yok... 
Kaydediyorum, geri çekim, ve ileri sarım, ve hızlandırılmış, ve iki kat yavaş, ve odak noktası çok uzaklara kaymış bir monoloğu. 
Yavaşsa yavaş, hızlıysa hızlı, ne bir eksik ne bir fazla...
Ve siz efektler eşliğinde ekrana bakıp ağlayan bir dizi beşersiniz.
Ekranda olmadığınıza şükretmeli...

Nedir o astarını isteyen yüzünüz?
Bu kadar çatışma yetmedi mi aklınıza?
Artık can yakmayacağım.
İstediğiniz buysa, başka parçalanmış vücut yok...
Varsayıyorum, acı çekmediğini hiçbir hayali kahramanın bile. -ütopyada yahut yeryüzünde-
Kanlıysa kanlı, berraksa berrak, ne bir eksik ne bir fazla.
Ve siz, egonuzu tatmin ettiğiniz o filmde, parçalanarak ölen karaktersiniz.
Yazar bensem, hala parçalarınız olduğuna şükretmeli...

Nedir o astarını isteyen yüzünüz?
Bu kadar altmetin yetmedi mi egonuza?
Artık kendimi de saklamayacağım.
Gizlediğim; bilmeniz gereken başka sır yok...
Toparlıyorum, her birinize dağıttığım bölümlerini hayat dizimin. 
Heyecansa heyecan, gözyaşıysa gözyaşı, ne bir eksik ne bir fazla. 
Ve siz ne kazandıysanız öylece izleyerek; şimdi bir bir bana geri vereceksiniz.
Satmadığınıza şükretmeli...

Hayatımın tretmanı mı? Yok size tretman falan! Sinopsis’imle yetinin!

Sır Büşra Yavuzer
18 Nisan 2009 Cumartesi / Çanakkale

Model: Sır Büşra Yavuzer
Fotoğraf: Muhsin Cesur

"Mutlu Öldü Serçe..."


Oysa Tanrı'dır bir serçenin daimi kurtarıcısı...
Kimileri suyu içer hamdeder; kimileri hayatta kalmaya şerefe çeker...
"O kadar uzun boylu değil !" diyorsan; deme!
Sen ve ben aynı Tanrı'nın kullarıysak; sonumuz hangi kavganın çizgisinde?
Hangi halatla asılacaksın ve hangi tabure taşıyabilir seni?
"Sus !" diyorsan; deme!

Bir cevizin kabuğu gibi şimdi kalbim...
Nihayetinde kırsan da kalp, kırmasan da...

Adresim yok benim.
Telefon numaram da...
Hangi mektup bulabilir ki beni cennetin göbeğinde?..
Mahşere sakla sen tüm o kudret direnişlerini...

Biz tren rayında yürüdük
Ama ne trendik;
Ne de tren raylarını tamir eden adam...
Öyle elleri paslanmış, kalbi küflenmiş olsak da;
Ruhumuz hala buharlı lokomotif bizim.
İlk günkü kadar heyecan verici...

Şimdi sussam kaç yazar; konuşsam kaç...

Kapıyı çek çıkarken...
Bazen sensizlik cereyan ediyor; üşüyorum...
Muslukları da kapatma...
Komşular evi su basmış sansın.
Ölene kadar ağladığımı bilmesinler...
Bir gülümseme kalsın yüzümde, mutlu öldü desinler.
Saatin son vuruşuna gülümsediğimi anlamasınlar...

Ne diyordum;
Serçe...
Evet serçe...
Hani o soğukta kaybolanlardan...
Yuvasına gitti sandıklarımdan...
Öldüklerini akıl edemeyecek kadar aptal olduğum o poliyanna günlerin sonuncusuydu bugün...
Sevdiklerime gülümsediğim, önem verdiğim her şeyin gözlerimin önünden bir bir kayıp gidişini seyrettim bugün...

Ben bugün öldüm...
Yarın bir daha öleceğim...
İşte bu yüzden gerçekten öldüğüm gün gülümseyeceğim...

Ama sen yine de muslukları kapatma...
Komşular evi su basmış sansın...
Saat son bir kez çalsın...
Ve "orada" ,
"Mutlu öldü" yazsın...

Model: Tansel Sarıhan

11 Şubat 2013 Pazartesi

"Alt - Üst"


“Altı üstü hayat!” diyorsun, deme!

Hayatın altı üstünden değil aşağıda ve
Değil üstü altından üstün...

“Altı üstü insan!” diyorsun, deme!

İnsanın dışı değil içinden kara ve
Değil içi dışından süslü...

“Altı üstü acı!” diyorsun, deme!

Acının saflığı değil canda ve
Değil katkısızı mutluluk...

Sen şimdi orada durmuş, “Altı üstü aşk!” diyorsun...

“Aşk için iki kişi gerekmez!” 
Oysa ben burada “Altı üstü ayrılık!” ile başa çıkmaya çalışıyordum hala...
Sen orada, ben burada dururken, 
Her ferasette aynı değil midir ki,
Ayrılık için iki kişinin şart oluşu...

Ayrılığın kırmızı kurdelesini iki kişi kesiyorsa, 

Aşk nasıl bir tek başınalıktır?

“Altı üstü yalnızlık!” diyorsun, deme!

Edebilirsen tarifini izana, romanesk bir telaşın;
Durdurabilirsen kalp çarpıntımı senin kıyılarında,
Ve diyebiliyorsan “Ben yalnız doğmadım...” 

İzah et o halde, altı üstü yalnızlığın beni nasıl alt üst edebildiğini... 



Sır Büşra Yavuzer

7 Şubat 2010, Pazar - Çanakkale / "Alt-Üst"


Model: Selman Pekiyi

3 Şubat 2013 Pazar

Deniz Ve Kül



Sevgili yabancı...

Yüzünü bilmediğim adam...

Çemberin tam ortasındayım beni ararsan.
Yarıçap sıfır olsa da, sırtın bana dönükken kar etmez.
Yüzünü görmeliyim; gülümsemesen de kanatları açılır ruhumun, azad olurum çemberimden...
Odak noktası da olsam bulanık değil resmin.
Çerçeveme dahil ol, bir mavilik ara kaybolursan...
Başka hayat ya da nefeste hapsolmuşsan...
Beynimdeki kelimelerden Seni Seviyorum’sa istediğin, ve varsa bir kalp süzgecin,
Ele tüm kar etmeyen kelimeleri, ve al istediğin o sihirli cümleyi...
Sonuna ünlem koy, haykırışım olsun...
Üç nokta koy, bitmesin, sonsuz olsun...
Tırnak içine al, en özelim olsun...

Yabancı... Deniz kokuyorsun... Deniz koktukça, benim oluyorsun...




Sesini duymadığım adam...


Rüzgarda yalpalayan bir garip kuşum, eğer bilmek istersen...

Tüm rotaları denedim, özgür değildim ama nihayetinde çırpındı kanatlarım...
Bir denizin tam ortasındaydım, yoruldum.
Genizimde bir deniz kokusu...
Ve sen sonsuz bir denizdin.
Öyle yorgundum ki; sende boğulmak istedim.
Zihnimde tek yankılanan yosun kokun ve beni mutlu eden dalgalarının vecası...
Yavaş yavaş ışığı dinen umutlarımın vedası...
Nefesim tükenirken dalgalarında...
Sen... Beni attın kıyılarına...
Sen ve ben yanyana, farkındalıksız...
Kıpırtısız bir akşamüstünde aniden bastıran bir sisin içinde kalmış bir ihtiyar bedenim.
Yolun diğer ucundan gelecek birini bekler gibiyim.
Ellerimde diğer vücutlardan emanet hatıra nasırlar,
Her katmanında o vücutlardan kalma acı bir tat var.
Acırsa ellerin ellerimi tutarken diye, şimdiden korkuyor yüreğim,
Ne kadar korkarsa sen gelene kadar,
İşte tam da o kadar kar...

Ey yabancı... Hudutlarında kaybolduğum garip deniz... Sen nelere sebep oluyorsun!




Şimdi yalnız kokusunu bildiğim adam...


Olan olmayan, bildiğim bilmediğim tüm yolları denemişken,

Senin beni görmeni beklemek mi kader?
Yaşamaya direnen ben, yalnız bir akşamda mumların buğusu...
Gölgelerin her kıpırtısında yine o bildik yosun kokusu...
En kuytuda kalmış bir viranenin kaybolmuş anahtarıyım.
Önce anahtarımı ve sonra bu viraneyi bulman ne kadar da muhtemel!
Küfürdür adını duymak, benimle zikredilmediğinde...
Hiç duymadığım bir küfürsün, yabancı dillerde...
Ben kıyılarında sensiz,
Sen benimle benden habersiz...
Bende tarifi zor isyanlar,
Sende yıllarca anlatılası, şarkılara malzeme yakamozlar...
Sıfırdan başlıyor her şey sen gelmedikçe...
Gün yine doğuyor, güneş yine batıyor yeniden doğmaya...
Ben durdukça zaman gidiyor ayakları sürçmeden...
Sen yürüyorsun, rotan benden başka her bir tarafa...
Uzaklaştıkça umut kuşlarımı semaya salıyorsun bilmeden...
Parmak uçlarımda bekleyen yabancı... Kendime dokunuyorum... Dokundukça, bende kalıyorsun...
Kimsesiz gidiş ve inadına bir başka parçayla dönüş yolculuğumdu kokunu hissetmek.
Bir fotoğraf karesinde en farklı gülüşü farketmek gibiydi ilk bakışta.
Fakat göğsü sıkıştıran, ruhu sancıtan bir rastlantıydı aslında...
Aslı bende, nüshası sende...
Huzurum donmuştu akışkan zamanlarda ve ben eksik takvim yapraklarını yakarak ısınıyordum...
Günler yetmedikçe ısınmaya, üşüyordum...
Seni gördüğümde titremem üşümemden değildir oysa...
Adını koyamadığım, lügatıma girmemiş bir sızıdandı yalpalamam...
Varsay ki; bir bebeğin atabildiği ilk adım,
Ya da yıllar sonra yürüyebilen bir sakattım...
Açar mıydın kollarını düşmemem için, sen beni bulana dek düşmemeye söz versem?
Ağır çekim alsam günleri,
Ve yakmasam, donmaya yüz tutsam da, cebimdeki düne dair ödünleri?

Dilimin ucundaki yabancı... Hatırlamaya çekindikçe, aklıma gelmekten ne anlıyorsun?



Her şeyine aşina olduğum bir yabancısın bana...

Gece çöken sisler vardır hani...
Avucuna ve hatta ciğerlerine doldurabilirsin varlığını.
Sana kattığı bulanıklık da olsa,
Cismini hissedersin kalbini sıkıştırdığında...
İşte sen de ruhuma çöken bir sistin belki de.
Varlığın gözlerime uğramadı.
Yalnızca kül tadı bıraktı genizimde.
Aldığım her nefesin genizimde kül tadı bırakmasını sorgusuz sualsiz kabul etmekti aşk...
Dilimin ucunda...
Dilimin ucunda bir kül tablası...
Genizimde bu kez deniz değil, bir kül tadı...
Kalbime düşmüş küller...
Şimdi ne renktir ciğerlerim?
Ya da ruhum nasıl kokar?
Dışarıya açılan bir penceresi var mıdır benliğimin?
Açsam aşkın da kaçar mı kanatlanarak?
Yoksa seni sevmek,
Kendime hapis, küllerimle yaşlanmak mıdır?
Bedenim çürürken küllerimden doğmak mıdır?

Yabancı... Kül kokuyorsun... Kül koktukça, beni öldürüyorsun...

Sır Büşra Yavuzer / "Deniz Ve Kül" ©



Model: Gursel Great